Kübra Uzun (Foto: Ateş Alpar)
Read the english version of this article here.
Geçtiğimiz birkaç yıl, İstanbul’un kuir gece hayatının hızla gelişmesine ve büyümesine tanık oldu. Bu gelişim, kendi mekanları, müzisyenleri, DJ’leri, performs sanatçıları ve yapımcıları olan kuir bir müzik sahnesi oluşturdu. Ilgaz Yalçınoğlu, bu gelişime sebep olan faktörleri anlamak için kuir müzik sahnesinin etkin isimleriyle konuşuyor.
Beyoğlu’nun meyhaneleriyle ve barlarıyla ünlü Nevizade bölgesinde bulunun Şahika’da bir cumartesi gecesi. Ana kısmı yüksek bir binanın terasında bulunan bar yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Ancak gelen herkesin üzerinde bir ağırlık ve temkinlilik hali var. Bu duruma anlamlandırmak çok zor değil: Korona salgınıyla birlikte getirilen kısıtlamalarla birçok bar ve eğlence mekanı Mart ayının ortasında kapılarını bilinmeyen bir tarihe kadar kapatmak zorunda kalmıştı. Şahika da beş aylık bir aranın ardından ancak bir hafta önce, yani Ağustos ayının ortasında yarı kapasiteyle tekrar çalışmaya başlayabilmişti. İkinci haftada da insanlar çok da nasıl hareket edeceklerini bilemez haldeler, herkes masaların etrafında birlikte geldiği grubun içine çekilmiş. Hem aylardır mekanlara gidemedikleri için tekrar dışarıda eğlenmeyi unutmuş gibiler, hem yeni hareket sınırlamaları güvensizlik yaratıyor, hem de çoğunlukla hınca hınç bulmaya alışık oldukları Şahika’daki boş alanı nasıl kullanacaklarını bilemiyor gibiler. Mekanın işletmecisi Üzüm Derin Solak ise dj kabinin arkasında çalmaktan en çok hoşlandığı disko parçalarına kaptırmış kendini.
Sonra bir anda ne oluyor anlamıyorum ve o kafasını kaldırmayan insanlarla kendimi göbek atarken buluyorum. Herkes herkesle dans eder duruma geliyor ansızın. Bir anda ortaya çıkmış bir patlama gibi. Bu noktada Üzüm gidişatı değiştirmek zorunda: yeni normalin kurallarından biri insanların sadece masaları çevresinde dans edebilmeleri. Polisin üst kattaki mekanları dronelarla kontrol ettiği söyleniyor. Arabesk parçaları çalmaya başlıyor. İnsanların birlikte eğlenmeye özlemleri gözlerinden okunsa da Üzüm’ü dikkate alıyorlar. Yıllardır kuir insanların ve kadınların rahat eğlenebildiği mekanları ayakta tutabiliyor olması ve ürettiği söylemlerin sonucu olarak Üzüm’ün müşterileriyle kurabildiği bu karşılıklı sorumluluk üzerine kurulu ilişkisi çok özel. Özellikle de pandeminin müzik çalınan yerler için yarattığı zorlu durumu düşününce.
Bu gecenin üzerine düşünürken geçmişe gidiyorum ve son on yıl içerisinde neler oldu ki biz artık kendine has, kendi ilkeleri olan bir kuir gece hayatından, müzisyenleriyle, djleriyle, performerlarıyla, prodüktörleriyle kuir müzik sahnesinden bahsedebiliyoruz diye düşünürken buluyorum kendimi. Her ne kadar Beyoğlu’nun 90larin başından beri gelen canlı bir kuir eğlence ve gece hayati tarihi olsa da 2013`teki Gezi Protestolarından önce var olan kuir mekanlar çoğunlukla cis gay erkeklere hitap eden ticari barlar ve kulüplerden oluşuyordu. Bu mekanlar sıklıkla kapı politikalarındaki ayrımcılık ve müşterilerin marjinalize edilmesinden sağlanan ekonomik sömürü yüzünden eleştirilse de alternatiflerinin olmaması yüzünden kuir gece hayatı anlayışını domine ediyorlardı.
Ancak 2010larin başına geldiğimizde bazı dengeler değişmeye başladı. Türkiye`de kültürel ve politik aktivitenin o zamanki kalbi Beyoğlu’na 2011´de gelen kaldırım ve sokaklardaki masa ve sandalyeleri kaldırma müdahalesinden sonra gece hayatının politik bir yanı olduğu anlayışı güçlerinken, 2013`teki Gezi Protestolarıyla birlikte bir kırılma noktası yaşandı: bir yandan hükümetin LGBTI* hareketinin de içinde bulunduğu hak mücadelesi yürüten sosyal hareketlere yönelttiği engelleme ve baskı artarken ve buna bağlı alanlar daralırken, öbür yandan da organize olmak ve alan yaratmak çok daha farklı bir anlam taşımaya başladı. Takip eden dönemde kapsayıcı ve ayrımcılık karşıtı ilkeleri olan kuir kulüplerin açılması ise direnişin ve mücadelenin protestolar ve dernekler dışında en fazla kendini gösterdiği alanlar oldu. Bu politik gayesi olan mekanlar aktivizm anlayışını değiştirirken aynı zamanda kendi soundlarını da yaratmaya başladılar ve gece hayatına ve elektronik müzik kültürüne yön vermeye başladılar. Aktivistlerin Dj, Djlerin aktivist olduğu bu dönemde oluşan alanların hikayesini ve etkisini anlayabilmek için son on yıla yön verdiğini düşündüğüm figürlerin kapısını (ya da zoom linkini) çalıyorum.
Leyla Teras, Leyla Alt ve Anahit
Pandemi döneminde her geçen günle yükselen talep ve beklenti hali M. Deniz Deniz’in de hissettiği bir durum. “İnsanlar bekliyor senden bir şey. ‘Koca bir hareket senin ne yapacağını bekliyor’ diye geri dönüşler alıyorum”. Deniz gece hayatındaki işletmecilik geçmişini anlatırken niye insanların özellikle ondan belli alanlar oluşturmasını beklediklerini anlıyorum. 10 yıl önce kimin hangi müziği nerede dinleyebileceği çok daha kesin çizgilerle belirliyken, Deniz her açtığı mekanla bu sınırların bir anlam ifade etmediği alanlar oluşturmaya çabalamış. Pandemi sürecinde kapalı alanda güvenliği sağlamalarının zorluğu yüzünden açılamayan ve mal sahibinin halihazırda yüksek olan kirayı toptan istemesi üzerine kapatma kararı aldıkları Anahit ise „çok ses, çok renk” sloganıyla Deniz’in bu gayesini gerçekleştirmesinin en güncel ayağını oluşturuyordu. Mekanın „çok ses, çok renk” iddiasının hakkını verdiğini anlayabilmek için pandemi öncesi programına kısaca bir göz gezdirmek yetiyor: techno partilerin de akustik konserlerin de kendine yer bulduğu, stand-up showları da ağırlayan, gerek alternatif sahnenin gözde isimleri Jakuzi, Nil.İpek gibi isimlerin çıktığı gerekse yeni sahne deneyimi edinen drag sanatçılarının kalabalık kitlerle buluşabildiği bir ortamı temsil ediyordu ismini İstanbul’un Beyoğlu mahallesinin sembol figürlerinden biri olan Ermeni akordeonist Madam Anahit’ten alan Anahit.
Deniz’in müzik sektörüne ve gece hayatında aktif bir şekilde yer almaya başlaması ise bir sosyal sorumluluk projesiyle gerçekleşmiş. Lambda İstanbul LGBTİ* Derneği’nde gönüllü iken dahil olduğu Irak’ta Savaşa Hayır Koordinasyon Kurulu’nun koordinasyonunu yapmak işletmecilik hayatındaki çevresini oluşturmasına sebep olmuş. Birçok mekân işlettikten sonra insanların öncelikle müzik dinlemeye geldikleri ilk mekanı ise 2010lara geldiğimizde Leyla Teras olmuş. Leyla Teras dünyadaki çeşitli müzik kültürlerini ağırlamak isteyen bir yer olarak sayısız sokak müzisyeninin konserlerine ev sahibi yapmış: ‘O zaman dünyanın her yerinden sokak müzisyenleri geliyordu İstanbul’ a ve Leyla’ya mutlaka uğruyorlardı. Mutlaka Leyla’da çalıyorlardı.’ Ancak birçok dayanışma partisine de ev sahipliği yapan Leyla Teras, Deniz’in kuir eğlence anlayışını karşılamamaya başlamış bir süre sonra. ‘Müzikal anlamda değişik bir şey yapmaya kalktığımda mekân zarar ediyordu. Tek başıma işlettiğim bir yer olmadığı için bunu göze alamazdım. Hem kitle hem istekler hem de beklentiler beni sıkmaya başlamıştı. Aynı zamanda lütufmuş gibi kuir-friendly bir mekanız demek beni kendimle çelişkiye düşürmeye başlamıştı. Aslında sen neysen osun ve hetero-friendly bir mekanız diyebilmek istedim.”
Deniz’in bu gayesini gerçekleştirebilmesi Leyla Alt ile olmuş. Denizin kuir mekan anlayışı girenlerin kim olduğunu sorgulamama ilkesine dayalıyken, bu anlayış müzik seçkisini de kapsıyor: minimal teknodan arabeske her türlü müzik severin herhangi bir sebepten ayrımcılığa uğramayacağı bir mekan oluşturma gayesiyle açılmış Leyla Alt. Üzüm’le birlik el ele verip oluşturdukları bu küçük ama samimi bar var olduğu süre boyunca hınca hınç olup taşan ve hala daha birçok insanın güzel anılarla andığı bir mekân olarak hafızalarda yaşıyor. Leyla Alt’ın olduğu bina ise şimdi bir hostele ev sahipliği yapıyor. Üzüm Şahika’nın işletmesini alıp orayı kuirleştirirken, Deniz de her türlü müziği rahat hissedeceği yerlerde dinleme hayalini Anahit’le gerçekleştirmeye koyulmuş. “Hayalim queer bir mekânda konser de olsun, gösteri de olsun, parti de olsundu. Başka yerlerde, ne kadar friendly olurlarsa olsun, ötekisin.”
Deniz`in yıllar içerisinde oluşturduğu mesleki ve kültürel kapitali müzikal projelerini yeni yeni oluşturan birçok insana alan sağlamış: “Hareket olarak kazandığımız bu alanlar ve özgürlükler müzikal anlamda da iyi bir yere gelmemizi sağlıyor. Artık insanların hepsinin kendi tarzı var ve kendi tarzıyla çalabileceği mekanlar. Bir yerleri ele geçirmemiz müzikle ilgilenen insanlar için para kazanması, müziğini geliştirmesi, daha iyi yerlere gelebilmesi açısından kolaylık sağlıyor. Ve o noktada meselen sadece insan eğlendirmek olmuyor; senin meselen gerçekten seni seven kitleye kendi müziğini sunmak oluyor. Ayrıca diğer mekanlara da bunun yapılabileceğini göstermiş oluyorsun. Leyla Alt’ı kurduğumuzda bir sürü mekan kuir partiler düzenlemeye başladı.”
Lubunya Dokunuşu
Gerçekten de Leyla Alt’ta pişmiş ve İstanbul’un gece hayatının son yıllarda ilk akla gelen isimlerinden biri de Şevval Kılıç. Şevval’i uzun yıllardır Türkiye’deki özellikle trans aktivizminin önemli figürlerinden biri olarak tanısam da, elektronik müziğe başlama sürecini tam olarak takip edemediğimi fark ediyorum. “Kilise korosunda keşfedildim diye başlayamayacağım”, diyor elektronik müzikle ilişkisinin ne zaman başladığını sorunca. “Ben İstanbullu ’yum ve bir parti kızıyım. 19 yaşımdan beri sürtüyorum. Dolayısıyla elektronik müziğin ve İstanbul gece hayatının, özellikle lubunya kısmında hep vardım. “
Ceylan Çaplı’nın efsaneleşmiş kulüplerinden Talimhane’deki 14 ise ilk gitmeye başladığı mekanlardan olmuş. 14’ün müzikal seçkisi gecenin erken saatlerine kadar elektronik dans müziğinden oluşurken kapanış Türkçe popla yapılırmış ki, gece biterken herkesin bildiği, belleklerde yer edinmiş parçalara dönülmesi gece hayatının hala daha bir parçası. Şevval’in partilere kendi müzikal dokunuşlarını katmaya başlaması ise Lambda Derneğinin dayanışma partilerinde açılışları çalmasıyla gerçekleşmiş. “İlk başlarda lubunya müziği yapıyordum. Bol house’lar, hepimizin bildiği queer anthemler… Maksat eğlensin herkes diye. Fakat zamanla setlerim uzadıkça bu değişti. Benim müziğim de değişti. Bu müziği değiştirmeme olanak sağlayan yerlerde de çalmış bulundum. Kimse bana bugüne kadar bir kısıtlama getirmedi. O bizim kuir dokunuş dediğimiz araya çok farklı bir şey kaçırma durumunu da Şahika gibi uzun zamandır birlikte çalıştığım yerlerde çok daha fazla yapabiliyorum”.
Şevval’in dj becerilerini ve duyarlılıkları geliştirebildiği ilk yer 2013’te düzenli çalmaya başladı Şarlo adlı mekan olmuş. Mal sahibiyle yaşanan anlaşmazlıklar yüzünden ve alkollü mekan işletmenin zorluğuyla kapanan, Mis Sokak’ta bir terasta bulunan Şarlo, Şevval için queer ve güvende hissettiği ilk yerlerden biri olmuş. Kendisi de Dj olan Melis Nots tarafından işletilen mekan özellikle böyle bir politika gütmemesine rağmen transların ve kadınların sıklıkla geldiği bir yer olmuş. “Bir mekanda kadınların yarısı üstlerini çıkarıp güvende eğlenebiliyorsa bu bir politik göstergedir”.
Müziğini geliştirebildiği kadar profesyonel olarak müzik çalmak farklı mekanların farklı ihtiyaçları olabildiğini de göstermiş Şevval’e. Şarlo´da çaldığı ilk geceyi gülerek anlatıyor: “Dayanışma partilerinden sonra Melis bana Şarlo`da profesyonel iş teklifi etti. Ay dedim, `ben şimdi burayı yardıracağım`. Bütün arşivimi dökeceğim buraya şimdi deyip dört saat minimal tekno çaldım. Gece 12’de bütün mekan boşaldı. Melis çok sinirlendi. `Ben ticari müzik filan çalamam şekerim, Rihanna filan çalamam` derken Melis benim kablomu çekti. `Youtube`a giriyorsun şimdi, Rihanna çalıyorsun. İçeride kimse kalmadı, ` dedi. Sonra sonra öğrenmeye başladım, crowd pleaser diye bir tanım var. Sadece kitlenin hoşuna giden şeyleri arka arkaya çalmak da hoşuma gitmiyor. Çünkü bu sefer ticari bir şey yapmış oluyorsun ve bu da beni yansıtmıyor. Ama bir taraftan da nerede çaldığın kimlere çaldığın çok önemli. Ben dört saat minimal tekno da çalarım ama insanların sinir krizi geçirmesini istemiyorum çok alakasız bir yerde”.
Bu noktada canlı performasları ve setleri dinlemek kendi setlerini oluşturmasında ve performansı sırasında dinleyiciyle iletişim kurmasında ilham kaynağıymış Şevval’in. “Sen bir his anlatmaya çalışıyorsun. O duygu veya his nasıl başlıyor, ilerliyor ve bitiyor onu takip etmek önemli. Sürekli bir gözüm pistte”. Son on yılda kuir gece hayatının dönüm noktasının ne olduğu sorduğumda ise Şarlo’ dan sonra Üzüm Pub’ı vurguluyor Şevval. “Orada patladık. Çok küçük bir yerdi ama en çok oradaki partilerde eğlendim. Şarlo’da olanın üstüne Üzüm bir şey daha ekledi. Kuir politik ilkeleri olan bir mekan yaptı. Tacize anında müdahale edilir, asla hoş görülmezdi. Açık olduğu süre boyunca her hafta orada çalıyordum ve çok eğleniyordum. Sabah 7’lere kadar çaldığımı bilirim”.
Yeni Dalgalar ve Bağlantılar
Melis Nots’la Şarlo’daki iş birlikleri kısa zaman sonra ‘Queerwaves’ adlı parti kolektifinin de doğuşuna sebep olmuş. “Zaten hali hazırda birlikte eğlenen, partileyen, müzik zevki de birbirinden çok uzak olmayan arkadaşlardık biz – Sema (Samy Winehouse), Salih (Deepinoza), Melis ve ben. İlk başta istediğimiz müziği yaparız, sevdiğimiz arkadaşlarla partileriz, bedava alkol içeriz kafasıyla başladık. Ancak fark ettik ki bir senenin sonunda ifşaların kavgaların bol olduğu bir dönemde on tane parti yapmışız ve hiçbir sorun yaşanmamış. Melis’in ince eleyip sık dokumasının büyük etkisi var. Bir sürü insanın gelip katı kurallarımız olmamasına rağmen sorun yaşamamamız bize çok büyük güç verdi. Bu durum gelen insanlar için de bir güven oluşturdu. Vukuatsız güzel bir gece geçireceğiz diye gelmeye başladı insanlar.”
2014’te oluşan kolektif bugün de hala aktifliğini sürdürüyor. Yıllar içerisinde farklı konseptlerle farklı mekanlarda parti düzenleyen kolektif aynı zamanda bünyesinden yeni Djler de çıkardı. Pandemi sürecinde de Queerwaves ‘Support Queer Nightlife Workers in Istanbul’ adlı dayanışma kampanyasını başlattı. “Queerwaves’in dışında da olan on kişiyi dört ay boyunca götürebilecek para toplayabildik. Ve bu da çok anlamlı bir şey. Lubunya olmayanlara da bunun nasıl bir politik örgütlenme biçimi olduğunu göstermiş olduk”. Verilen emeklerin güzel sonuçları tabii ki birçok başka kolektifin oluşmasına cesaret verici nitelikte. Özellikle pandemi dönemi bir araya gelen ve birçok sanatçıyı ve müzisyeni yarattıkları dijital kulüp ile kitlelerle buluşturan Club Coweed bunun en bariz örneklerinden. Bir seferde yaklaşık yüz kişinin katıldığı partilerle pandeminin yarattığı hem maddi hem de duygusal zorluklara karşı bir araya gelindi ve dayanışıldı.
Pandemi döneminin meyvelerinden başka bir tanesi ise Mx. Sür ve Q-bra ortak yapımı parça ALAN2020. İkilinin her şeyini birlikte yapıp, üç hafta içinde tamamladığı parça, bu yıl da fiziksel olarak düzenlenemeyen ancak yine de hatırı sayılır bir insan grubu tarafından Mis Sokak’ta kutlanan İstanbul Onur Yürüyüşü gününe yetişmiş. İlk defa o gün Mis Sokak’ta çalınan parça bu yıl başka birçok projenin sound’unu oluşturmuş: Dönme Padel kolektıifinin videosu, Ela Birthing’ in şovu ve daha nice bireysel video… ”ALAN2020 sürekli kendine alan yaratıyor ya da birileri ALAN2020’yi kendi alanlarına dahil ediyor”, diye acıklıyor Dj kabinindeki ismi Q-bra ile de tanınan sanatçı Kübra Uzun. Mx. Sür’ün ballroom esintili house altyapısı ve Q-bra’nın rap vokalleri birleşince ortaya fazlasıyla akılda kalıcı ve umut veren bir protesto parçası çıkmış. Mx. Sür parçanın doğuşunu söyle anlatıyor: “`Kübra acaba sen rap mi yapsan` diye sabah bir aydınlanma ile uyandım. Bana sabahları uyku ile uyanma arasında böyle fikirler gelir ‘. Telefonun karşındaki Kübra Uzun ise o sabah başka bir aydınlanma yaşayacaktır. “Ben aslında şarkı sözü yazan biri değilim ama o sabah bana Aysel Gürel’den ilham indi herhalde. 20 dakikada yazdım sözleri. Baya `Turkish Queer Rap` oldu”. Aslında kendini Dj olarak da görmüyor Kübra: “Yaşadığım ve yaşattığım her türlü durumu performatif kurguluyorum. Ben de tek bir karakter üzerinden yaşadığımı sanmıyorum hayatı. Çok farklı seviyeler ve çeşitli durumlar üzerinden yaşıyorum hayati. Çalarken de böyle. Bir anım diğer anımı tutmaz. Alansızım, belli bir alanım yok. Bütün alanlar benim ya da ben her alana bir şekilde dahil oluyorum. Şarkının adı da ALAN2020.”
Mx. Sür`ün elektronik müzikle geçmişi ve Djlik deneyimi ise 2007`ye dayanıyor. Dj Beyza`nın dinleyip desteklemesiyle başlayan profesyonellik djlik hayatı İstanbul’daki birçok kulüpte çalması, müzik festivalleri ve İf film festivalinin tüm partilerinde çalmasıyla devam etmiş. Hayatının önemli dönüm noktalarından biri ise Evrim de Evrim ve Just D ile tanışmasıyla bünyesine dahil olduğu ve 2012`ten 2015´e resident dj olarak çaldığı Wake Up Call adlı kulüp olmuş. “Zaten İstanbul´da Dirty, Machine, Dogzstar gibi kulüplerden gelen elektro-kuir bir kültür vardı. Oralardan da gelen arkadaşlıklar, çevreler oluşmuştu. Diğer underground mekanlara göre Wake Up Call ses sistemi, atmosferi ve gelen misafir DJ’ler ile daha profesyonel bir underground tavır yarattı.”
Karışık bir dinleyici kitlesine hitap etmiş olan Wake Up Call gerek kullandığı semboller ve diliyle gerekse ayılık düzenlenen sosyal sorumluluk projeleriyle elektronik müzik dinlemeye ve dans etmeye farklı bir misyon da biçmiş. Mx. Sür mekanda ayrıca TuttiFrutti ve Berlin’in efsaneleşmiş partilerinden Homopatik’in kurucusu Dj Mr. Ties ile oluşturdukları Xes adlı düzenli kuir partiler düzenlemiş. “Güzeldi o dönemler. Ben de Homopatik´te çalıyordum iki-üç ayda bir, iki sene boyunca. Hepimiz daha çok seyahat edebiliyorduk. Güzel bir anda çıktı Wake Up Call. Güzel de bitti.” Kentsel dönüşüm Wake Up Call´un bulunduğu binayı da vurmuş ve Leyla Alt gibi Wake Up Call´un yerinde de şu an bir otel bulunuyor. “Butik otel yapacağız dediler ve attılar bizi binadan.”
Alanları Kaybederken Güç Kazanmak
Yeraltı soundları dinleyiciyle rahat edecekleri ve ayrımcılığa uğramayacakları ortamlarda buluşturma misyonuna Wake Up Call´dan sonra Suma Beach ve Mama´daki düzenlediği partisi Come to Mama ile devam etmiş Mx. Sür. “Suma Beach daha büyük bir proje olduğu için iletişim dili Wake Up Call kadar sivri değildi ama biz yine de aynı ruhla devam ettik. Partiler durmadan 48 saat sürüyordu… 2018-2019 sezonunda ise Come to Mama´da sosyal sorumluluktan ziyade eğlence ön plandaydı. Orada da Dresscode’lar belirleyip buna uyanlardan giriş ücreti almıyorduk. İnsanlara güvenli bir alan sunmak ve bunu gerçekten de iyi müzikle yapmak istiyordum. Yerli sahneyi desteklerken dışarıdan yeni müzikler de dinlesin insanlar istiyordum. Underground ruhla hareket edilen, dünya standardında konukların geldiği ve doğru elektronik müziklerin çaldığı kuir partilerdi Come To Mama! serisi.”
Ancak Türk lirasının Euro karşısında değer kaybetmesi, insanların alım gücünün azalması ve bu durum yüzünden küçülen orta sınıf, Mama’daki gibi partiler yapmayı olanaksız kılmaya başlamış. “İnsanlarda sanki yabancı Dj gelmezse iyi parti olmaz gibi bir durum oluştu konsept çok iyi olsa da. Onu da bence biz yaptık promoterlar olarak. Zaten aykırı ve kuir bir oluşumsan ve büyük kitlelere oynamıyorsan sponsor almak da çok zor. Bir de hem sponsor istiyoruz hem de katılanların rahat edebilmesi ve parti ruhunun bozulmaması adına içeride fotoğraf çekilmesi yasak.. Sponsorlar da içecek logosunun önünde fotoğraf çekilsin istiyor. Biraz fazla mı abarttık diye düşünüyorum gerçi simdi. Anı olsun diye bende bile doğru düzgün fotoğraf yok”, diye gülüyor Mx. Sür. “Djler de tam o dönem global anlamda süperstarlaştı. Wake Up Call zamanında daha karşılanabilir durumdaydı ücretler. Sonra bir anda kaşeler inanılmaz arttı. Promoterların parti satmaktansa isim satmaya yönelmesi de işleri iyice zorlaştırdı.” Mama da bu ekonomik sebeplerden kapanmak zorunda kalmış.
Pandemi sebebiyle Mx. Sür’ün düzenli çaldığı çoğu mekân hala kapalı. „Yoklar artık; sonsuza kadar mı kapandılar bilmiyorum.” Hayat rutinindeki bu değişiklik ise uzun zamandır yapmayı hayal ettiği bir projeye hayat vermiş: XSM Recordings (Ex-stepmother Recordings) adlı kendi label’ı. ALAN2020’i de çıkaran label ile sürekli bir şeyler yayınlama kaygısına düşmek istemediğini söylüyor Mx. Sür. “Doğru parça ve doğru kişi olmalı. Label’ın amacı şehrin ötekilerinin sesini müzik ve görsel sanatlar aracılığıyla duyurmak.”.
Fiziksel alandaki etkinliklerin yokluğunda Kübra Uzun da farklı projelere yönelmiş. Birçok kuir sanatçıyı ağırlayan “Through the Window” adlı altı ay sürmesi planlanan online projenin koordinasyonunu hala sürdürürken, bir yandan da Volksbühne için Onur Karaoğlu ile yarattıkları A Trans History Sung aldı performans için hazırlıklara devam ediyormuş. Aynı isimli orta metrajlı bir film projesinin üzerinde de çalışıyorlarmış. “Performas`ta da filmde de şarkılarla anlatıyorum hikâyeyi. Bir otoportre olacak ve pride günü geçecek. Bütün şarkıları orkestra ile söyleyeceğim.”
Son on yılda kazanılan kuir alanların önemini vurgularken devlet politikasının yarattığı engelleri ciddi bir kayıp olarak görüyor Kübra. “2000´lerdeki İstanbul kuir gece hayati ile 2013, yani Gezi protestoları sonrası çok farklı. O zaman gey kafeler ve barlar vardı. Gezi protestoları sonrasında ise sosyal medya ile büyüyen bir kuşak var. Ve alanlarımız olmaya başladı. Şahika ve Üzüm`ün daha önceki mekânları, Anahit Sahne, Bigudi gibi alanlarımız oldu. Ama sadece dans edebileceğimiz değil. Çalabileceğimiz, sahneye çıkabileceğimiz, bize ait hissedebileceğimiz alanlar oluştu. Daha görünürüz ve alanlarımızı kendi içimizde ve kendi kendimize yapıyoruz. Dudakların Cengi performans kolektifini de çok önemli buluyorum.
Günümüzde daha çok performansa evirildi kuir sanat. Hızlı evirilen bir jenerasyon. Maalesef pandemiyle bu alanlardan yoksun kaldık. Hiçbir sosyal güvencemiz de yok genelimizin. Birçok ailesiyle görüşmeyen genç sanatçı arkadaşın geliri pandemiyle sıfırlandı. Djlerin bir derneği ya da sendikası yok. Yine de kendi içimizde Cengaver Dayanışma Fonu ve Queerwaves´in dayanışma kampanyasıyla dayanışıyoruz. Ama önümüzdeki yıl nasıl geçecek bilmiyoruz. Ben projeler bulmaya başladım ve onları başkalarını da içine alacak şekilde geliştirmeye çalışıyorum. Ama daha çok olması gerekiyor. “
Canlı performanslar eksik kalsa da birçok müzisyen müziklerine, projelerine devam ediyor. Ceytengri, Çiçek Çocuk, Burakbey, Jtamul gibi isimlerin hem dans ettiren hem de deneysel olabilen müzikleri yukarıda bahsedilen alanların varlığıyla çok alakalı. Mekanlar ve oluşturdukları estetik algılar yapılan müziğin nasıl yaşandığı ve yorumlandığını da belirliyor. “Sahneden yaptığın bir hareket çok daha politik olabiliyor bazen. Yaşama şekli ile müzik o kadar birbiriyle örtüşen bir şey ki. Daha da iyi şeyler olacak. Müzikal anlamda da kuirler olarak özgürleşiyoruz, üretiyoruz,” diyor Deniz Deniz. Pandemi sonrası için ise umutlu: „Daha önce de mekan kapadım açtım. Yeni şeyler de yapacağım. Hayallerim var daha gece hayatıyla ilgili. Kuir pavyon açmak istiyorum mesela. Üçüncü nesil pavyon. Sigortalı, sabit maaşı olan drag queenleri olsun. Bunu yapmadan jübilemi yapmayacağım.”
This article is part of the Global GROOVE: Electronic Music Journalism series, hosted by GROOVE in collaboration with the Goethe-Institut. Read all other articles here.
Ilgaz Yalçınoğlu Türkiye doğumlu ve eğitimini Berlin`de sürdüren bir müzik araştırmacısı. Müzikal bilgi üretiminde farklı metodları ve anlayışları incelemekte.